1hayat3melek / instagram
Resim kaynak : www.joojoo.me

16 Kasım 2014 Pazar

Kemoterapi ile İlk Randevu

Hiçbir şey okumadan hiçbir şey araştırmadan sadece halk dilinde adı çıkmış kemoterapinin , çok mide bulantısı,halsizlik yaptığını ve saçlarımın doküleceğini bilerek gidiyorum ilk randevuma...

Eşim ve ablası eşlik ediyor bu ilk randevu için.
Bana ise suskunluk...
Bir çocuk gibi beni nereye götürüyorlarsa oraya gidiyor ama bir yandan da bir şahin gibi etrafı gözlemliyorum.
Kan değerlerime bakmaları için örnek veriyorum ve sonucun cıkması içinde 45 dk bekliyoruz.45 dk nın sonunda doktorumla konuşup kemoterapi için hazırlanıyorum.

Kemoterapi servisine girdiğimde ise bir sürü meraklı ve acıyan gözlerle karşılaşıyorum. Arada "Hamileyken Nasıl olur" diyen gözlerde var tabi.
Hiç yabancı değil ki...
İçten içe gülüyorum o gözlere.Kendi kendime ise " çünkü ben özelim"diye telkin veriyorum.

Yatağa uzanıp hemşirenin gelmesini bekliyorum...
Uzun uzun anlatıyor verecekleri ilaçların yan etkilerini.
Asıl zehirden önce midenizi korumak için 2 ilaç ondan sonra kanser ilacını vereceğiz size diyorlar.
Susuyorum.
İtiraz etmeye hakkım mı var ki?

İlacın size verilmesi 1,5 saati bulur ve size bu sırada da uyku yapabilir diyor sevgili hemşire.
Ama ben inadına gözlerimi bile kırpmıyorum.

Sonra bakıyorum ki refakatçi olarak bizimle gelen ablamız uyuklamış
Kıkır kıkır gülmeye başlıyorum onu öyle görünce. Dalga mı geçmeden de duramıyorum tabi...

İlk kemoterapim nihayet bitiyor ben ise hala dimdik ayakta.
Ne doğru dürüst konuşuyorum ne de bir tepki veriyorum.

Evrak işlemleri için beni bir koltuğa oturtuyorlar.Suskunluğumdan taviz vermiyorum.
Bir ara kafamı kaldırıp etrafa baktığımda ise babasının kucağında 4 yaşlarında bir erkek çocuğuyla karşılaşıyorum.
Görür görmez anlıyorum bu dikenli yolda onunda yürüdüğünü...Kafasında bir bandana  ağzında bir maske ve sapsarı bir beniz...
Dikkatle ama hissettirmeden seyretmeye başlıyorum onları...
Aklıma düşüyor canım oğlum, kuzum , Çınar'ım...
İçimden şükrederken buluyorum kendimi "iyi ki ben,iyi ki ben"diye...
İste tam o sırada babası kucağındaki oğlunu sakinleştirmek için sesleniyor.
"Çınar ağlama oğlum"

Bu ismi duyar duymaz koşarak uzaklaşıyorum oturduğum yerden...
Gözyaşlarımda boğuluyorum...

20 Temmuz 2014 Pazar

Allah'a Emanet

 
Geceleri artık doğru dürüst uyuyamıyorum.
Gündüzleri ise 3,5 yaşındaki oğlum fırsat verdikçe ufak ufak şekerlemeler yaparak geçiriyorum.
 
Yine sabahın 04.00 ünde uykumun kaçtığı ve sadece 3 saat uyuyabildiğim bir gece...
Eşimin alarmından önce davranıp onu uyandırıyorum.
 
Mis gibi demlenmiş çayımızla birlikte kahvaltımızı ettikten sonra onu işine yolcu ediyorum.
08.30 gibi de oğlum uyanıyor. Onunda kahvaltısını veriyorum ve tv seyretmeye başlıyoruz.
Ama ben hem uykusuzluk ve hem hamileliğin vermiş olduğu rehavetle 3,5 yaşındaki çocuğumu ve yaşayabileceği tehlikeleri yok sayarak uykuya esir oluyorum.
 
Oğlumun beni uyandırma çabalarını ise hayal meyal hatırlıyorum.
 
Akıllı oğlum sonunda beni uyandırmaktan vazgeçiyor ve odasına gidip oyuncaklarıyla oynamaya başlıyor ama ondan da canı sıkılmış olacak ki cep telefonumu alıp bir kaç tanıdığımızı ve eşimi arayıp " Annemi uyandıramıyorum ve artık benim canım sıkıldı, gelin beni alın " diye haber veriyor.
 
Kapının çalışıyla fırlıyorum tv karşısındaki koltuktan.
Gelen 3 bina ötemizde oturan eşimin ablası.
Çınar'ı almaya geldim diyor.
Uyku sersemi şaşırıyorum tabi.
Çınar babasını arayınca eşim halimi tahmin edip hemen ablasını arayıp Çınar'ı almasını rica ediyor.
 
Bu küçük gibi gözüken ama aslında büyük tehlike içeren hikayeyi hatırladıkça böyle akıllı bir oğlum ve böyle düşünceli bir babamız olduğu için ise Allah'a bir kez daha şükrediyorum.
Başımıza gelebilecek kazalardan koruduğu için ise binlerce kez...
 
Not : Bu hastalık karşısında ne kadar dik, güçlü olursanız olsun sevdiklerinize ve desteklerine çok ama çok ihtiyacınız var.Ama sadece telefon ile "nasılsın" yada kapıdan bir merhaba denmeye değil maalesef.
 
Belki çat kapı bir ziyarete, belki bir demet çiçeğe , belki bir tas yemeğe belki de emrivaki yapılıp dışarda bir kahve içmeye...
 
Unutma sevgi emek ister...
 
Ve bu sıkıntılı günler dostlara, sevilenlere uzatılmış olan merdiven gibidir.
Kimileri o merdivenden koşa koşa yanınıza gelir kimileri ise uzaktan uzağa bakmayı tercih eder...
 
O merdivenden koşa koşa sevdiklerinizin yanına giden insanlardan olmanız dileğiyle...

3 Temmuz 2014 Perşembe

Bu Hastalık Başına Çorap Örmeden Önce...

 Kafalarımıza çorapları geçirmemizden 2 gün sonra kafamda şimşekler çakıyor...
Madem kimse saçlarını kazıtmayı aklının ucundan geçirmiyor öyleyse şu çorapları bir kafalara geçirtip dikkat çekmek daha da doğrusu saçlarının dökülmesini bekleyen bir kadının neler yaşadığının binde birini hissettirmek geliyor aklıma...

Bu çorabı bile kafasına geçirirken aynanın önüne geçip dakikalarca kendini güzel göstermeye çalışan , kusurlarını gizlemeye çalışan insanları gördükçe , bu hastalıkla mücadele edip saçlarına elveda demek zorunda kalan benim gibi tüm hastalara üzülüyorum.

Ama yine de bizi anlamalarını beklemiyorum...

Arkadaşlarıma haber yolluyorum.Şimdi bana destek insanlara ise farkındalık vakti diye... Bazısı yolluyor bazısı ise belki de deneyip resmini beğenmeyip bana bile yollamıyor. Ya da daha kötüsü oralı bile olmuyor...

O günlerde yüreğinin güzelliği yüzüne , sesine yansımış sevgili Nonim bana slogan bulmamda ve farkındalık yaratmamda en büyük desteği sağlıyor.

" Bu hastalık başına çorap örmeden önce kontrollerini yaptır"

Sloganımızı beraber buluyoruz sevgili Sibel'cimle....

Eşimden dostumdan çorapla çekilmiş resimler gelmeye başlıyor. İnstagramda 1-2 resim yayınlamaya başlıyorum.

Sibel ise Çorap Kampanyası resimlerimizi blogunda , instagram hesabında paylaşıyor.Ben keza öyle derken galiba tam da istediğim oluyor.

Çorap kampanyamız medyanın dikkatini çekiyor.

23 Haziran 2014 Pazartesi

Çorap

Arkadaşlarım ve ablalarım toplanıyor bir akşam evimde...
"Sen daha güzel yaparsın" , "Yok ben öyle yapmıyorum " nidalarıyla çok sevdiğim kısır yapılıyor ama yine de benim ağzımdan kemoterapi ve sonrasında dökülecek saçlarım çıkıyor.

Bu arada yurtdışında bu hastalıkla mücadele eden bir kızın 15 e yakın arkadaşının saçlarını kazıtıp kapısına nasıl dayandıklarını anlatıyorlar kendi aralarında.

Bizimkilerde bir ara gaza geliyor gibi oluyorlar ama sonra güzelliğine çok düşkün olan ablam
"Valla ben sırf kardeşim üzülmesin diye kestirmem bu saçlarımı , dimi Nuray çok üzülürsün" diyor.
Hadi ordan diye bir bakış atıyorum ablama :)

Sonra da her zaman ki gibi munzurluk yapmak geliyor aklına...." Nuray bir ince çorap versene bana" diyor.

""N'apcaksın" dememe kalmadan kafasına geçiriyor çorabı.

Deli gibi diğer arkadaşlarımızın arasına zıplıyor.
Kıkırdamalar , dalga geçmeler derken herkesin kafasında bir çorapla kendimizi resim çektirirken buluyoruz.

Çoraplar takılınca herkes bir şeye benziyor ama...
En kötüsü ise yıllardır kepçe kulaklarını saklayan biri kendini ele veriyor :)







17 Haziran 2014 Salı

Teklif

Ameliyattan tam 4 hafta sonra kemoterapi tedavisinin başlaması gerekiyor. Araştırmalar sonucu onkologuma karar veriliyor.

Ve ben kafamdaki deli sorularla kemoterapi için gün saymaya başlıyorum.

Bu arada herkes çevresinde bu tedaviyi gören insanların kemoterapiden nasıl etkilendiğini yada bazı patavatsızlar bu tedavinin onları nasıl yıktığını anlatmaya çalışıyorlar.

Ama ben ,

HERKESIN HIKAYESI , HASTALIGI , BUNYESİ , TEDAVİSİ FARKLI...diyerek laflarını yarıda kesmek zorunda kalıyorum.

Kemoterapiyi ne dinlemek , ne araştırmak istiyorum.Sadece sessizce ve sabırla ne yaşayacağımı görmek için bekliyorum.

Ama saçlarımın döküleceğini çok iyi biliyorum. Çünkü onkologuma sorduğum ilk sorularımdan biri...

Saçma ama hamilelikle saçlar hiç dökülmez ya belki benimkilerde dökülmez diye umutla bekliyorum.

Bu arada ,

"Hiç üzülme kökü sende ne de olsa..."   "Merak etme daha da gür çıkacak." en çok duyduğum ve içten içe sinir olduğum teselli cümlelerden bir kaçı oluyor.

Bunları bende biliyorum ki...
Peki o saçların beni terk ediş ve kel olarak gezme süreci ne olacak...

Kimse o günlerle nasıl başedeceğimden bahsetmiyor  çünkü kimse o süreci DÜŞÜNMEK dahi bile istemiyor ki...Ne desin bana.

Hatta bir kaç yakınıma şaka yoluyla "Kökü sendeyse gel hadi senin saçları da kazıtalım" diye teklifte bulunuyorum.

Cevap mı ?
Senin içinden geçirdiğin cevapla aynı oluyor...

8 Haziran 2014 Pazar

Antep Yolcusu

 

Ameliyatımdan sonra ziyaretime gelen mesai arkadaşlarım dönem sonu toplantısı için Antep'e gidiyoruz diyorlar.
"Hep İstanbul'da olurdu toplantılar,benim hastalığımı mı beklediniz" diyorum üzülerek.

Bir kaç gün sonra da uçak biletim ayarlanıyor Gaziantep için.

Direnim ise hala benimle...

Öyle güzel kamufle ediyorum ki onu. Kimse anlamıyor...

Eşim tek başıma beni uçağa bindiriyor ama aklı bende...
Hem hamile hem yeni ameliyatlı hemde direnli karısını uçağa bindirmek ve 2 gün ayrı kalmak ona zor gelse de sırf bana moral olsun diye kendi elleriyle beni uçağa bindiriyor.

O akşam Antep'in en güzel mekanında akşam yemeği organizasyonuna katılıyorum bir prenses edasıyla.

Mekan kapısında can dostum içerde ise tüm yöneticilerim , çalışma arkadaşlarım sıcacık karşılıyor beni...

Antep'te yenilmesi gereken tüm yemekleri yiyorum arkadaşlarımla.
Gündüz herkes toplantıda ama ben torpilliyim ya oda da tv karşısında keyif yapıyorum direnimle.

En son akşam Urfa'ya geçip bir sıra gecesine katılıyoruz.
Türküler , çiğköfte , halaylar derken bende geri kalmıyorum oynamaktan...
Hem de direnimle...



Ertesi sabah ise bir Halfet turu,İmam çağdaş , çarşı gezisinden sonra koca bir mutluluk ve mideyle aslında en önemlisi tüm derdimden, tasamdan kurtulmuş bir şekilde İstanbul'a oğluma ve eşime dönüyorum.

Not : Bu hastalığımı öğrendikten sonra omuz hizasında olan saçlarımı 3 kere kestirmeye gittim. Her seferinde de kısacak kestireceğim dedim ama maalesef cesaret edemediğim gibi belki dökülmez diye de umut ettim.

3 Haziran 2014 Salı

Kemoterapi

Raporumuzla beraber soluğu Dr.muz Cihan Bey'in yanında alıyoruz.

Raporu okuyor...
"Sevinebilirsiniz" diyor gülerek.
Ama koruma amaçlı kemoterapi şart diye de ekliyor.

Galiba her hasta gibi kemoterapi deyince önce saçlarım geliyor aklıma...

Garip bir duygu.
Ölümle, evladını kaybetmekle burun buruna gelmişsin , bu süreçte ne acılar çekmişsin...ki hala hasta ve ölümcül bir hastalıkla mücadele ediyorsun ama düşünüp üzülüyorsun işte saçların için...

Kızıyorum yakıştıramıyorum kendime, Ama engel olamıyorum da...

En çokta doğumumdaki halim canımı acıtıyor.
Kızımla beraber çekilecek resimlerdeki dazlak halim...
Ya peki lohusa tacımı nereye takıcam diye düşünüp gizli gizli gözyaşı döküyorum.
Uykularım kaçıyor...

Ne güzel işte o da kel sende kel... anne kız yepyeni bir hayata başlayacağım kızımla beraber diye teselli etmeye çalışıyorum kendimi.

Ama teselli olamıyorum.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Yeniden Doğmak


Ameliyatla beraber kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum.
Ziyaretime gelenleri ise yatakta değil ayakta karşılıyorum. Onların bu şaşkınlığı karşısında ise daha çok enerji alıp daha da bir iyi hissediyorum kendimi.
Birde üstüne karnımdaki meleğimi kontrol ettirmeye gittiğimizde doktorun şaşkınlık içinde "bu sabah ameliyat olmuşa hiç benzemiyorsunuz ve bebeğinizde gayet iyi gözüküyor" demesiyle kimse tutamıyor beni.

Estetik ameliyatımı oldun , bir güzellik bir nur var yüzünde diyenler ise cabası...

İlk günden rahatsız etmeyelim 2.gün geliriz diyen ziyaretçilerimin maalesef heveslerini kursaklarında bırakıyorum çünkü o öğlen "siz gayet iyisiniz sizi burada boşuna tutmayalım " diyerek taburcu ediyorlar :)

Ama bir hediyeyle...Ameliyatımdan kalan direnimle...

Normalde bir hafta kalması gerekirken , hamileliğimden dolayı bende fazla çalışan hormonlarımdan dolayı bende 10 günden fazla kalıyor.
Bu işe ise Çınar'ım gıcık oluyor.Çünkü kucağıma gelmek istediğimde hep engel oluyor ona.
Her dışardan geldiğimde bana mikroplar gitti mi anne diye soruyor...

Bu arada ise 4 gün sonra çıkacak raporumu bekliyoruz merakla.
Ama bir yandan da bende ameliyat hemşiresinin ve fizyoterapistin dedikleri kulağımda çınlıyor."

"Kemoterapiye gerek kalmayacak belki" diye umut ediyorum.

Günler geçiyor , sonuçları almaya gidiyoruz heyecanla.
Raporu elimize tutuşturuyorlar ve sonuç...
"Sağ memedeki kitle alınmıştır.Koltuk altı lenflerinden 27 düğüm lenf bezi alınmıştır 26 sı temiz olup 1 inde kanserli hücreye saptanmıştır..."

Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum.
Bir aptal gibi kalakalıyorum.  

22 Mayıs 2014 Perşembe

Ameliyat Sonrası

Duyduğum ses ve gözyaşlarım beni kendime getiriyor.
Bir an rüyada mıyım diye düşünüyorum ama başka sesleri, hareketlenmeleri duydukça iyice kendime geliyorum.

Narkozun etkisiyle idrak edemiyorum ki " Temizsin demek ne demek" diye soruyorum hemşire.
"Belki kemoterapiye bile gerek kalmayacak" diyor.
İçimi bir mutluluk kaplıyor.

Sonra neredeyse burnuma kadar gelen ve gözlerimin önünü kapatan beyaz çarşafa kafayı takıyorum ama korkumdan kolumu bile kıpırdatamıyorum ki.
Duvardaki saate takılıyor gözüm.
Saat 08.00
Cihan hocanın dediği gibi 3 saatlik ameliyatı karnımdaki meleğimden dolayı 45 dk da tamamlamışlar gerçekten diye düşünüyorum. Karnımdaki kızımın hareketlerini dinlemeye çalışıyorum. Ama onda da ses seda yok. Narkozun etkisiyle beraber o da benim gibi uyuyordur herhalde diye umut ediyorum.  

Sonra ilerden birinin  mutlulukla , aşkla , şefkatle bana doğru yaklaştığını görüyorum.
Onu bir kere daha görebildiğim için yine Allah'a şükrediyorum.

Ameliyatım 45 dk sürmüş, ben hiç bir şey anlamamışım ama gözlerinde sanki bir asrı yaşamış olan eşimin sıcaklığını hissediyorum saçlarımda.

Birbirimize tekrar kavuşmanın sevinciyle bakıyoruz birbirimize öylece.
O da bende gözyaşlarımızı saklıyoruz birbirimizden.Sonra ben kafayı taktım ya bir kere , burnuma kadar gelen çarşafın ne olduğunu soruyorum.
"İndirsene şunu" diyorum ama üstüne bastırınca kebapçılardaki pofuduk ekmekler gibi tekrar şişiyor. Sebebini ise nevresimi kaldırınca anlıyoruz.
Üşümeyeyim diye nevresimin altına sıcak hava borusu koymuşlar meğerse :)

Bir kaç dakika sonra da asistan doktor ile hemşireler geliyor.
Yukarı çıkmaya hazır mısınız deyip beni diğer sevdiklerimin yanına götürüyorlar.

 Ablalarım , can dostlarım, sevgili direktörüm ve sevgili genel müdürüm beni sevgiyle kapıda karşılıyorlar.Sevgili direktörüm ve genel müdürüm hem hamileyim hem de enfeksiyona açık olduğum için uzaktan uzağa  geçmiş olsun dileklerini iletip gidiyorlar.

Ben ise yeni yeni kendime gelmeye başlamışım ama aşermeyi unutmuyorum.
Kayısı kompostosu istiyorum diyorum ısrarla. Ameliyattan çıktığın için 1-2 saat beklemen gerek diyorlar.
Şımarık bir çocuk gibi mızırdanıyorum...
Sonunda ise beklediğime değiyor.

Çünkü hasta yemeği olarak bana kayısı kompostosu geliyor. Şaşırıyoruz hep bir yandan...

Bir kolumu ameliyattan bir kolumu da serumdan dolayı hareket ettiremediğim için ablam kaşıkla içermeye çalışıyor ama hemen ablama bardağa dökmesini ve öyle içirmesini söylüyorum.
Büyük bir mutlulukla kana kana içiyorum :)

Arada yapılan kontroller ne mutlu ki ziyaretime gelen sevdiklerim , telefon görüşmelerim , whatsup yazışmalarım eksik olmuyor.

Ben ise kolumu kıpırdatmaya hatta bakmaya korkuyorum.Yemeğimi bile ablam yediriyor.

Akşam üstü 16.00 gibi Cihan hoca ve ekibi geliyor.
"Ameliyatımız çok başarılı geçti kitleyi aldık ve koltuk altındaki tüm lenfleri temizledik" diyor.
Yoğun bakımdaki hemşirenin "Temizsin"demesi geliyor aklıma.
"Sonuç nasıl peki" diye soruyorum.
"Sonuçları bir kaç gün sonra patoloji raporunu aldıktan sonra söyleyebiliriz" diyor büyük bir ustalıkla."Bundan sonra dikkat etmen gerekecek şeyler olacak diyor. Bebeği de riske atmadık 45 dk da hallettik bu işi" diyor.
Asistanlarına da bir kaç talimat verip tam yanımdan ayrılmak üzereyken, o delice merak ettiğim soruyu soruyorum.

"Kolumu ne zaman hareket ettirebileceğim Cihan hoca" diyorum.
 "Nasıl yani sen kolunu hareket ettirmiyor musun" diyor şaşırarak.

Bende "Yooo, nasıl hareket ettireyim" dememe kalmadan ameliyatlı kolumu kavrayıp yukarı doğru kaldırmaya çalışıyor.
Ama ben acımdan , korkumdan pek müsaade etmesem de "Bu kolunu sıcağı sıcağına hareket ettirmelisin ki ilerde problem yaşamamalısın" diyor.
Hak veriyorum ama canımın acısından da dayanamıyorum ki.

Canımı acıta acıta , beni bağırta bağırta kolumu alıp başımın üstüne kadar kaldırıyor.

"Bol bol egzersiz yapacaksın , gelip anlatacak sana arkadaşlar " deyip ekibiyle beraber tam odadan çıkacakken başımın üstünde kalan kolumla beraber Cihan bey'in arkasından bağırıyorum.

"Hocam kolumu kaldırdınız ama bir zahmet bir de indirin diyorum" munzurca...

18 Mayıs 2014 Pazar

Ameliyat


Aynı filmlerdeki gibi bol ışıklı ama buz gibi ameliyathaneye giriyorum. Ve yattığım yerden merakla yapılan işlemleri gözlemliyorum.
Canımı çok acıtılarak açılan damar yolundan serum vermeye başlıyorlar ama ben yine can havliyle
" Elim ,elim çok yanıyor" diye sayıklıyorum.
Hemşireler şaşırıyor ama benimde canımın acıdığını anlayınca "Tamam burayı iptal edelim kolunuzdan bir damar yolu açalım" diyorlar.
Tekrar acıyacak kolumu düşünerek "Ben uyurken yapamaz mısınız o işlemi " diyorum ama narkozu bu damar yolundan vereceğimiz için böyle bir seçeneğimiz yok diyorlar.

Ve Allah'tan korktuğum gibi olmuyor bu sefer.

Asistan doktor geliyor , " Hazır mısınız" diye soruyor.
"Bende evet" diyorum ve gözlerimi açtığımda sadece hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum.

Göğsümde bir acı, gözlerimin önünde bembeyaz bir perde ve yatağımda bir sıcaklık...

N'olduğunu hatırlamıyorum bile ama

"Ne olur ağlamayın , bakın karnınızda bebeğinizde var , ne olur üzmeyin kendinizi de onu da.
  Hem ameliyat o kadar iyi geçti ki artık TERTEMİZSİNİZ.
  Belki kemoterapi bile almayacaksanız sadece radyoterapi bile yetecektir" diyen bir ses ile kendime geliyorum.

13 Mayıs 2014 Salı

Ameliyata Hazırlık

Doktoruma da dediğim gibi o gece uyuyamıyorum.
Hastaneye annemin babamın kardeşlerimin gelmesini istemediğim için sadece inatçı küçük ablam geliyor. Bir de eşimin ablası ve 2 dostum.

Sabah 05.30 gibi çıkıyoruz evden.25 dk ya hastanedeyiz.
O saatte hastanedeki güvenlik bile eline gazete almış okuyormuş gibi yapmış ama uyuyor.

Kayıt işlemlerini yapar yapmaz odaya alıyorlar beni...
Sonra da arkasından bir iki tane hemşire geliyor. Hemen ameliyat önlüğünü giydiriyorlar bana.
Bir yandan yapılacakları anlatıyorlar.
Bir yandan da elimin üstünden damar açmaya çalışıyorlar.
Ama yerimden zıplıyorum. Biraz daha zorluyor bağırıp ağlamaya başlıyorum.
Şaka gibi...

"İsterseniz çıkarayım başka yerden deneyelim" diyor cici hemşire kız.
"Yoooook bu acıya bir daha dayanamam" diyorum ağlayarak.
İşlemi bitiriyor ama elim resmen zonkluyor.

Bu halime şaşıran yakınlarım sonra dalga geçmeye başlıyorlar benimle.
"Nuray ameliyattan çıktığında ameliyat kesiğini unutup elinin yanmasını sayıklayamasın" diyorlar.

Gülüyorum...

Sonra asistan doktor ve hemşireler geliyor.Hadi bakalım şimdi gitme vakti diyorlar.

Güçlüyüm ya ama zor tutuyorum kendimi.
Sonra zaten yalnız değilim ki minicik kızım var yanımda diye düşünüyorum.

Ameliyat kapısına kadar eşlik ediyorlar sevdiklerim.
Tek tek hepsinin gözüne belki de son kez bakıyorum.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Tamamlayıcı Tıp

Hiç bilmediğim,hiç tanımadığım bir tedaviyle tanıştım bu hastalıktan sonra.
Telefon açan dostlarım "Nuray,bu gece sana 250 kişi şifa enerjisi yollayacak , Kabul ediyorum de lütfen" diyenler mi dersin, yanında melek tüyü görürsen şaşırma diyenler mi dersin.

Ki gerçekten o gece , 250 kişinin enerji yolladığı gece uykudan gözlerimi açamadım. Sanki uykusuz geçen onca gecenin acısını çıkarırmış gibi.

Ama bir hoca var ki...Hastalığımı öğrendiğimden günden beri gündemimizde.
"Muhakkak götüreceğim seni" diyor bir dostum.

Ve ameliyat günüme karar verilen günün akşamı hocadan randevu almışız.
Akşam akşam düşüyoruz yollarına.

Odadan içeri giriyoruz ama ben merak ve heyecan içinde...
Bir iki selamdan sonra , anlat bakalım seni ne, kim üzdü diye soruyor...

Kısaca anlatabildiğim yere kadar anlatabiliyorum ki bir yerde tıkanıp kalıyorum zaten...Ötesine gidemiyorum.

Tam o esnada ne hissediyorsun diye soruyor bana ?
O zamanda şimdi de sıkışıp kalmış hissediyorum kendimi diyorum.
Susuyor.

Uzanıyorum hasta koltuğuna.
İki elime akupunktur iğnelerini saplıyor. Hafif bir müzik. Ve ben başlıyorum sakinleşmeye.

Çok emin bir şekilde kanserli hücrelerin sadece bir bölgede yani göğüs hizamda olduğunu hissediyorum diyor. Bir kaç cm uzaklıktan karnıma değermişçesine ellerini hareket ettirince karnımdaki kızım oynamaya başlıyor.
Gülerek " bebekler enerjiyi çok sever " diyor.

Sonra da ekliyor. "Hayat süprizlerle dolu Nuray , belki kemoterapiye bile gerek kalmaz" diyor ama
ister istemez o an yüreğimi bir umut kaplıyor.

Sonra niyeyse "eşin nasıl " diye soruyor.
Ben daha cevap vermeden " O bu hastalığa senden daha çok üzülmüş, ona sevgilerimi ve selamımı ilet lütfen" diyor.

"Biliyorum" diyorum gözlerim dolarak...
Kaçıncı şükredişim bilmiyorum ama bir kere daha şükrediyorum onu tanıdığım ve sevdiğim gün için...











4 Mayıs 2014 Pazar

Ameliyat İçin Gün

Koltuk altı lenflerimden alınan sıvının da raporu çıkıyor.
Soluğu doktorumuzun yanında alıyoruz.
Doktorum Cihan bey "Tahmin ettiğim gibi, bebeğe zarar verecek ilacı kullanmayıp memedeki kitleyle beraber tüm koltuk altı lenflerini de temizleyeceğiz diyor. Normal şartlarda 2,5 saat süren ameliyatı bebeği çok etkilemesin diye daha kısa sürede tamamlayacağım" diyor.

"Nasıl olacak" diye soruyor eşim.

"Ameliyata patoloji doktorlarını da dahil edeceğim ve alacağımızın parçaların patolojisini hemen ameliyat sırasında çalıştırıp ona göre hızlıca hareket edeceğiz" diyor.

Üzüntüyle mutluluğun,umudun karıştığı bir edayla "Peki ne zaman yapabilirsiniz ameliyatı" diye soruyorum.

"Bugün günlerden cuma... Normalde pazartesi günleri Bakırköy'de oluyorum ama senin için pazartesi sabahı erkenden yada akşam üstü gelebilirim" diyor."Yada çarşamba günü" diye ekliyor.

Eşim ve beni yalnız bırakmayan direktörüm "pazartesi akşam mı yada çarşamba günü mü" olsa diye bana bakarken ben hemen "pazartesi sabahı o zaman" diye atlıyorum.

(Bu hastalık öyle bir psikoloji ki. Sanki kötü hücreler her dakika vücudunuzda başka yerlere sıçrıyor ve tüm vücudunuzu bu hastalık kaplıyor gibi hissettiriyor. İşte bu yüzden bir an önce ameliyat olup bu illetten kurtulmak istiyorsunuz)

Bak diyor "Sabah 06.00 da burada olmalısın, Sabahın o saatinde hamile hamile buralara kadar yormayalım seni "diyor ama benim için nafile.

"Hiç farketmez Cihan bey...Ben zaten artık geceleri uyuyamıyorum.O gece de hiç uyuyamayacağım için yeter ki siz beni bir an önce kurtarın şu içimdeki kötülüklerden" diyorum.

"Çok iyi anlıyorum seni" diyerek pazartesi sabahı için randevulaşıyoruz.

29 Nisan 2014 Salı

2.Biyopsi

Cerrahımız Cihan Bey'in yanından çıkar çıkmaz bir biyopsi randevusu alıyoruz.
Ertesi sabah 10.00 da çağırıyorlar bizi.

Nedense bende bir heyecan yok. Az çok tahmin edebiliyorum sonucu.

Ertesi gün oluyor. Operasyon için alıyorlar beni odaya.
Beni hiç yalnız bırakmayan eşim bir nefes ötemde.
Yine beni hiç yalnız bırakmayan firma sahibim Ayşe hanım ve yöneticim ise hemen kapının ardında beni bekliyorlar.

Operasyon başlıyor. Ben ise bildiğim tüm duaları okumaya...
Canım acımıyor mu sanıyorsun? Acıyor tabi ama o esnada bu acının aslında acı olmadığını ne büyük acılar içinde olan insanların olduğunu düşündükçe sabrediyorum.
Oğlum geliyor aklıma. Şükrediyorum bir kez daha.
Hatta bu acı karşısında savaşan tüm küçücük bedenler geliyor gözümün önüne...Daha da güçleniyorum.

Koltuk altı lenflerimden bir sıvı alınıp hemen pataloglar tarafından çalışılıyor.İşi sağlama almak için bir sıvı daha alıyorlar. Bir sıvı daha...

İşte o zaman anlıyorum...

Koltuk altı lenflerimde de var bu hastalık...

28 Nisan 2014 Pazartesi

Karar

Onkolog , kadın doğumcu ve cerrahtan oluşan heyetten kararımız çıkıyor.

Bebeğe minumum zarar vererek yapılacak bir ameliyat.
Ama yine de her şeye hazırlıklı olmak gerek...

İlk gittiğimiz onkolog Amerikan hastanesinde ama benim sağlık sigortası sadece Acıbadem hastanesini karşılıyor.

Sağolsun hemen ona da bir çözüm bulunuyor ve Acıbadem hastanesinden bir cerrah ismi veriliyor.

Hemde bu hastalığı duyar duymaz kadın doğumcumum tavsiye ettiği cerrahla aynı doktor.

Bu arada onkologumuz ilk yapılan biyopsi parçalarının alınarak Acıbadem hastanesinde tekrar çalışılmasını istiyor.
Eşim benden alınan parçaları laboratuvardan alıyor Acıbadem hastanesinin laboratuar merkezine bırakıyor.

Bu arada tekrar ultrasona giriyorum.Tekrar rapor çıkmasını bekliyoruz.

İki sonuçta çıkıyor.

Sağ memede koltuk altına yakın 1,2 cm çapında kitle.
Koltuk altı lenflerine de biyopsi yapılması önerilir.

Raporlarımızla birlikte ameliyat olmayı düşündüğüm profösörle görüşmek istiyoruz ne şansdır ki doktorda bizi görmek istiyor.

Tekrar muayene ediyor.

Raporlara bakıyor , kac haftalık hamile olduğumu soruyor.

Ok diyor ameliyat gerekli ama bu ameliyatta kurtarmamız gereken 2 can var.
O yüzden ameliyatta kullanmam gereken ilacı yani bebeğe zarar verme ihtimalini düşündüğümüz ilacı kullanmamak için bir de koltuk altı lenflerinden biyopsi yapmak istiyorum diyor.
Bu biyopsi bize yol gösterecektir ona göre de hem anneyi hem de bebeği hiç riske etmeden ameliyat etmiş oluruz diyor.

Peki diyorum sevinerek...

Ya koltuk altı lenflerime de kanserli hücre var ise hepsini mi temizleyeceksiniz diyorum.

İlerde bu hastalığın nüksetmemesi için evet diyor.

Ya diyorum kolum?
Hem de sağ kolum ?
Eskisi gibi kullanamayacak mıyım diyor üzülerek?

Yooo niye kullanamayasın tabi ki dikkat edeceksin ama günlük hayatına çok kolay devam edebileceksin diyor.

İnanamıyorum ki...Bir aptal oluyorum.

24 Nisan 2014 Perşembe

Karşılaşma

 
 
Sevgili koordinatörümün sözünü dinleyerek detaylı ultrason için randevu almaya karar veriyorum.
Hastanenin müşteri hizmetlerini arıyorum.
Randevuyu ya 2 hafta sonrasına veriyorlar yada 2 gün sonrasına...
2 hafta sonra alsam geç kalmış olucam. Ama 2 gün sonra da daha heyetten karar çıkmamış olacak. "Sabret Nuray bu bir sınav" diyerek koca bir iç çekiyorum.
 
İçim acıya acıya 2 gün sonrası için randevu alıyorum.
O geceyi de sabah ediyorum...
 
Yavrusunu göreceği için yüreği pır pır eden bir anne olamıyorum maalesef.
Sadece onu görmezden gelerek nasıl dayanacağımı düşünerek geçiriyorum saatlerimi.
 
Sabah erkenden hastanenin yolunu tutuyoruz eşimle.
Mutluluk heyecanı değil acının heyecanı ile bekliyorum sıramı.
 
Doktorun odasına giriyoruz. Doktor tüm sevecenliğiyle karşılıyor bizi.( Detaylı ultrason için gittiğimiz farklı bir doktor)
Başlıyor sorularını sormaya...Her şey normal...
Sonra eşim doktor bey yalnız şöyle bir durumumuz var bizim diyor.Eşime bir kaç hafta önce meme kanseri teşhisi kondu diyor.
Doktor bey anlık bir şoktan sonra başlıyor nasihat vermeye..."Hadi şimdi de şu karnındaki yaramaza bakalım" diyor.
 
Uzanıyorum...
 
Tam karşımda bir ekran.
Doktor karnıma ultrason cihazını dokundurur dokundurmaz kafamı çeviriyorum yan tarafa...
 
Doktor kendimle verdiğim savaşı belki fark ediyor belki fark etmiyor ...
"Ayaklara bak ayaklara" diyor.
 
Ben ki zaten bakmamak  için kendimle savaş verirken doktorun o yorumuyla kafamı çeviriyorum.
 
Kızımın o minicik ayaklarını nasıl hareket ettirdiğini görüyorum.
Gözyaşlarına boğuluyorum.
Ve bir daha da alamıyorum gözümü ekrandan.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Detaylı Ultrason

Doktorlar , tahliller , biyopsiler , üzüntülerle  kendi derdime düşmüşken büyülü bahçemdeki meleğim ise kendi kendine büyüyor.

Tam da detaylı ultrason haftası gelmiş.

Minicik kalbine, burnuna, parmaklarına, böbreklerine içerde oluşan ne varsa hepsine tek tek bakılacak.

Hiç bir şeyden habersiz meleğim ise "bende buradayım anne " dercesine yeni yeni tekmeleriyle varlığını hissettirmekte.

Ama ben ise...

Karnımda tekmelerini hissettikçe, anneliğimden binlerce kez utanarak onu yok saymaya çalışıyorum.
Sırf bu vazgeçiş daha kolay olsun diye.
Yüreğim binlerce kez dağlanarak...Gözyaşlarım ise hiç kurumayarak.

Nasıl bir imtihandır Allah'ım?

Hastalığımı bilmeyenler bebeğimi soruyorlar beni görünce ?
Önce bir yutkunuyorum.
Sonra iyidir herhalde diyorum.

Bir yandan acaba hiç ultrason çektirmesek mi diye düşünüyorum ama bir yandan da büyük bir umutla ya ona bir şey olmazsa aklımda hep soru işaretleri mi kalacak diyorum...

Öyle bir ayrım ki ?

Daha şimdiden minik minik ayaklarının hareketlerini hissediyorum gözümün önünde...

Kahroluyorum...
Başka kapı yok ki , gözyaşları içinde yine Allah'a sığınıyorum.

Sağlık Sigortası

"Allah hayr etsin derler , Allah zaten hayır ediyor da sen şer bakıyorsun!..."
 
Eşimin bana patoloji sonucuyla ilgili doktora gitmemizi gerektiği söylediği kara gün...

Sadece 2 saat önce...

Çalıştığım şirket tarafından yapılmış olan sağlık sigortasıyla ilgili insan kaynakları departmanından bir bilgilendirme mesajı alıyorum.

" Geçen sene yapılan sağlık sigortası anlaşmamızda yatarak tedavilerimiz % 90 kapsamındaydı fakat 01.01.2014 tarihinden itibaren % 100 olarak karşılanacaktır."
 
Bu yani ne demek?
 
Türkiye'nin en iyi hastanelerinden biri olan Acıbadem hastanelerinde bir ameliyat olmanız gerektiğinde hiç para ödemenize gerek kalmayacak demek.

Daha hiç bir şey den haberim olmayan ben, bu mesajı görünce "sağlık bu ne olacağımız hiç belli olmaz " diyerek bir oh çekiyorum.
 
Sonra da sadece 2 saat sonra da bu hastalığımla yüzleşiyorum.

Evet bu hastalık bana geldi ama inanın gelirken de beraberinde bir sürü güzellik , bir sürü kapı , bir sürü dua  ve bir sürü dost getirdi.
 
Şimdi benim şükretme zamanım değilse ne zaman?

14 Nisan 2014 Pazartesi

Süpriz...


"Allah sana sıkıntı, bela vermişse tefekkür et.
Bu yanına yaklaştırmak istediği dostlarına uzattığı bir merdivendir."
 
Hastalığımı, ameliyatımı duyar duymaz hemen bir uçak biletini ayarlayıp sırf benim için Antalya'dan gelen bir dost...
Tuğba'm...

Geçmişiz mi?
Sadece 8 ay.

Heyetten çıkacak kararı beklerken beni yalnız bırakmayan iki can dostum Pınar ve Tuğba...
O cumartesi günü sabahtan kaçırıyorlar beni.
İlk önce bir cilt bakıma sonra ise yemek yemeye.
Sonra da versin elini fokur fokur dedikodu kazanı...

"Akşamda kız kıza bir şeyler yapsak ya" diyorlar.Bende eşimi ve oğlumu düşünerek "Çok isterim ama sabahtan beri beraberiz , Seyit bu işe ne der bilmiyorum" diyorum.

Pınar'ım hemen atlıyor "ben konuşurum"

Arıyor "Seyit biz Nuray'ı kaçırıyoruz ama kaçırmadan önce de izin alalım dedik akşam da Nuray'la beraber bir yemek yiyelim hatta Nuray'ı pavyona mı götürsek mi acaba diye düşünmüyor değiliz" diye kıkırdıyor.

Sonra Eşim beni istiyor telefona ,
"Neden sen konuşmuyorsun benimle diyor ?" sevimli bir fırçayla...

"Sabahtan beri dışardayım ya canım yüzüm yok söylemeye" diyorum bende.

"Nasıl mutlu oluyorsan canım , bizi merak etme sen biz iyiyiz, hadi bak keyfine iyi eğlenceler" diyor.

Bir kere daha mutlu oluyorum bir kere daha şükrediyorum Allah'a bu adamı sevdim diye...


Pınar tutturuyor "Benim yarın önemli bir görüşmem var kuaföre gitmem gerek" diye.
Sizde gelin diyor ama "ben daha 2 gün önce buradaydım bir daha sokma beni buraya" diye hemen yan çiziyorum.

Bizde Tuğba'mla civardaki bir dükkanda girip alışveriş yapıp Pınar'ı almaya gidiyoruz.

Pınar'ın bir arkadaşını daha görüyorum kuaförde. Hatta ikisi birden ful makyaj saçlar yapılmış.

Şaşırarak Pınar'a "Akşam nereye gidiyoruz kuzum" diyorum göz kırparak.
"Bir göz makyajı yap dedim kıza o da aldı gözümü çıkarttı " diyor bir yandan makyajını silerek.

"Aa sende yaptırsana saçlarını" diyor. "Yok be kuzum " diyorum uzaklaşıyorum yanından.

Bu sefer de Zeyno'ya sataşıyorum "hayırdır nereye" diye...
Liseden arkadaşlarla buluşucaz  diyor....
Ohhh diyorum...

Arabaya biniyoruz.
Nereye gidiyoruz diyorum Pınar'a...
Orası mı burası mı diye düşünürken "tamam buldum bana bırak" diyor...

Dolanıp duruyoruz arabayla...Bu arada da Tuğba delisinin başlattığı bir akımı hayata geçiriyoruz...

Müziğin sesini sonuna kadar açıp şarkıya eşlik edip bir yandan da videoya çekmeye başlıyoruz.
Şarkılar da Ankara'nın bilmem nesi...sonra türk sanat müziği vs...

Ne eğleniyoruz...
Sonra da hop paylaşıyoruz whatsupta kurduğumuz grupla...

Ne geyikler ne geyikler...

Sonunda varıyoruz restauranta...
Arabadan tam inecekken o hafta işyerinden ayrılmış bir arkadaşımızı görüyorum cam kenarında.
Herhalde veda yemeği yaptılar kendi aralarında diyorum.
Neyse bir selam verip geçeriz yanlarından diyorum.

Restauranttan içeri girer girmez kapıda karşılıyor garsonlar bizi.
Rezervasyonunuz var mıydı diye?
Pınar hemen evet arkadaşlarımız orda bekliyor diyor ve ben daha neyin ne olduğunu anlamadan kolumdan tutup beni bekleyen masaya doğru götürüyor.

Bir sürü tanıdık yüz.
Ne işleri var burada diyorum.
İnanamıyorum ki...

Beni görünce hepsinin yüzünde kocaman bir gülümse...
Ben ise mutluluktan gözyaşları dökmekte...

Eşim , kardeşlerim ,çocukluk arkadaşlarım , işyerinden yıllarca önce ayrılmış iş arkadaşlarım , çalışma arkadaşlarım ,yöneticilerim , genel müdürümüz , emekli olmuş yöneticilerim bile hepsi bir arada...

Benim için.

Yalnız değilsin ,hep beraber atlatacağız diyor hepsi kocaman yürekleriyle...

Şükrediyorum...

Ben bu kadar insanı toplamak için ne yaptım ki diyorum...
İç sesim cevap veriyor...
Sevdin...
Hem de tüm içtenliğinle...


Güzel geceden ayrıca notlar,

  • Hastalığımı öğrenmeden önce omuzlarımdaki saçımı kısaltsam mı kısaltmasam mı diye düşünüp duruyordum. Sonra hastalık gelince , galiba her kadının yapacağı gibi soluğu kuaförde aldım. Aklımdan kazıtmak geçse de ancak küt model yaptırmaya cesaret edebildim. Sonrasında ise 2 kere daha kuaföre gidip biraz daha kısalttım. İnstagramdan takip edenler görmüşlerdir beni :)Hatta hiç unutamam kuafördeki arkadaşla şu konuşma bile geçti.Saçlarımı keserken beni hem ağlarken hem de telefonla yazışırken görünce gülerek "Kiminle kavga ediyorsun" diye sordu...Bende hiç tahmin edemeyeceği ,hamile bir kadına konduramayacağı bir cevabı verdim..."HAYATLA"...."

  • Bu organizasyonun benden habersiz planlandığı ve bu e-postaların patrona bile düştüğü o hafta patronum hastanede bana "Nuray ne şanlısın Pınar gibi bir dostun var " diyor. "Evet çok şanslıyım bu devirde çok nadir böyle insanlar" diyorum. "Ama sende çok sevilen bir kızmışsın onu anladım" diyor. "Nerden anladınız" diyorum. "Kaç gündür bir sürü e-mail dönüyor" diyor. Çakmıyorum bir şey.

  • Yine o hafta genel müdürüm arıyor "Nasılsın" diye...Sonra da "Pınar bize öyle bir e-posta yollamış ki Nuray , kayıtsız kalmak mümkün değil ama özellikle de içinde sen olduğun için " diyor. Hoşuma gidiyor. Hemen Pınar'a bir mesaj atıyorum "arkamdan ne işler çeviriyorsun" diye."Ne biliyorsun onu söyle "diyor cevabında.Bende "sadece arkamdan işler çevirdiğini biliyorum " diyorum. "Tühhh ya ben onları tembihlemeyi unuttum" diyor üzülerek ama yine de kendini akıllı zanneden Nuray hiçbir şey  çıkartamıyorum bu işten.

  • Restauranta giderken yeni doğum yapmış bir arkadaşım arıyor. "N'olur kusura bakma gelemedik" diyor. Ben de "Asıl sen kusura bakma,  kendi telaşıma düştüm bende gelemedim " diyorum. Kapatıyoruz. Sonra tekrar arıyor. Böyle şeyler söylenmez ama sana ulaşsın diye özellikle söylüyorum sana bir hediye yolladık diyor. Mahcup oluyorum.Ofise gitmiştir herhalde oradan aldırırım deyip teşekkür ediyorum...Hiç bir şey çakmıyorum.

  • Restauranta vardığımıza cam kenarında gördüğüm arkadaşların telaşına düşmüşken ben asıl bombayı görememişim. Abim o sıra da kapıdaymış ve beni görünce yanıma gelmek istemiş ama Cadı Pınar onu hemen saklamış...Kendini çakal zanneden ben yine anlamıyorum.

  • Bu arada kuaförde gördüğümüz hani lise arkadaşlarıyla buluşacağım diyen Pınar'ın arkadaşı  Zeynep var ya o da beni bekleyenler arasındaydı :).... Tam tiyatrocu bunlar...

  • O kadar kalabalığız ki benden sonra da sevdiklerim gelmeye devam ediyorlar. Gelenler bizim için rezervasyon yapılmış masalara sığmıyor artık. Ben ise o kalabalığı gördükçe ağlamak istiyorum. Bu arada masaya ilk geldiğimde sevinç gözyaşlarımı tutamadığımı ve kalabalığı gören meraklı garsonlardan biri arkadaşım sandığı ablama "Gelin hanım ağladığına göre bekarlığa veda partisi herhalde " diyor. Ablamda gülerek cevabı yapıştırıyor " Ne bekarlığa vedası görmüyor musun karnında bebek var" diyor...(Sosyete de böyle evlenmeler moda olsa da bize ters :)

  • Ve son olarak ; Bana hiç belli etmeden tüm bu insanları bir araya getirmek için bu güzel geceyi organizasyon etmiş Pınar'ıma önce koca bir teşekkür sonrasında da bir fırça gitmezse olmazdı...
          "Ne adisin sen ya...Kendi saçlarını , makyajını yaptır beni de buraya böyle getir..."



Biz seninle hep bir elmanın yarısı gibiydik.
Hep birbirimizi tamamladık.
Hep dürüst olduk.
Olaylar karşısında sen hep dimdik durdun ben ise gözyaşı dökerek.
Sen bana mantıkla düşünmeyi öğrettin ben ise sana duygularla...
Göremediğimiz, bakmasını bilmediğimiz pencereler açtık birbirimize.
Hem de ardına dek...
Sonra zamanla anladık ki,  
Her zaman ya körü körüne mantık yada duygular mutlu etmiyormuş insanı.
Bu hayatta mutluluğa giden yolda , biraz mantık biraz duygu olmalıymış...
İşte o yüzden diyorum ya
Biz bir elmanın yarısıyız seninle.
Ve sen...
Coşkulu ,güçlü , koca yürekli ve bu devirde can dostum denilmeyi çoktan hak etmiş nadir insan...
Hep CAN DOSTUM kal...

13 Nisan 2014 Pazar

Hiç Hazır Değilim Henüz...

Bir sabah saçlarımı okşayıp da rüzgar , İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz
Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden ,Yeni bir yüz gösterecek üzülerek biraz


Bugün başka renkte ağaracak biliyorum ,Ve zorla değil ya o rengi hiç sevmiyorum
Ne olur sanki biraz daha zaman verseniz ,Yıllar öfkenizi hiç mi hiç anlamıyorum...


Yok olmaz erken daha,Biraz geç kalın ne olur.
Hiç hazır değilim henüz...


Ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha ,
Tanıdık değil bana güzYok olmaz dur ,Dur gidemezsin.
Gözlerimin rengi dur ,Bulutlara dönemezsin.
Yok alamazsın Beni deli zaman
Ömrüme o kurşuni renkleri süremezsin...

12 Nisan 2014 Cumartesi

Rüya

Önceki yazılarımda anlatmıştım hani.
Hamile olduğumu haberine sadece ortanca ablam susarak karşılamıştı diye.
Nedenmiş biliyor musunuz?

Ablam o gece rüyasında , gökyüzünden bir ateş topunun yeryüzüne düştüğünü görüyor.
Merak ve korku içinde ateş parçasının düştüğü yere koşuyor ve görüyor ki bu ateş topu toprak içinde bir kuyu açmış.Yine merak içinde kuyunun içine baktığında ise yeni doğmuş bir bebeğin o kuyuda olduğunu görüyor.

O gecenin sabahında da ablama bebek haberi verdiğimde ablamın aklına hemen rüyası geliyor. Aklına kötü şeyler gelse de hayırlara çıksın inşallah diyerek kötü düşüncesini silmeye çalışıyor ama maalesef hamileliğimden bir kaç hafta sonra bu hastalık aynı rüyasındaki gibi evimize bir ateş parçası gibi düşüyor.

Ve umarım bu ateşin sonunda melek kızıma sağlıkla kavuşabilirim.

İlk randevu

Koordinatörüm "Ameliyat için cumartesi günü demişlerdi değil mi?" diyor.
Bende evet diyorum.
Nuray'cığım yanlış anlama ama bu tür vakalarda ameliyata cerrah değil bir onkolog karar verir diyor.
Nasıl gözümüz ağrıdığında hemen bir cerraha gitmeyiz göz doktoruna gider ve ameliyat derse göz cerrahına gideriz bu da böyle bir şey diyor.

Hak veriyorum.

"Ne yapacağız o zaman" diye soruyorum.
"Türkiye'nin en iyi onkologlarından birine randevu alıcam ve seni oraya götüreceğim" diyor.

Zor bela ertesi gün için randevu alabiliyoruz.
Eşim, küçük ablam ve 3 meleğimle beraber doktorun muayenehanesine gidiyoruz.

Biraz bekliyoruz...
İşyeri sahibimiz Ayşe hanımla ilk defa bir araya gelmiş oluyorum.
Görür görmez sevgiyle kocaman sarılıyor bana.
Bıcır bıcır anlatmaya başlıyor.
İyileşeceksin diyor her seferinde büyük bir enerjiyle.
Seni biriyle tanıştıracağım , şimdi randevu almaya çalışıyoruz sana çok iyi gelecek diyor.
Bu hallerine, bu samimiyetine bayılıyorum.

Bir yandan da heyecanla doktorun yanına girmeyi bekliyorum.
Doktor yanına çağırıyor.Muayene ediyor.Biyopsi sonuçlarına bakıyor.
Hamilesin ve 33 yaşındasın diyor.Hücreler ise fıkır fıkır kaynıyor.
Ameliyat şart hem de bir an önce diyor. İyi bir cerrah bulmadan önce durumunu çalıştığım hastanedeki heyetle paylaşıcam diyor.

Ya bebek diyorum üzülerek ve bir umutla...

Her şeye hazırlıklı olun...
Önceliğimiz sensin gerekirse bebeğin de hayatını sonlandırabiliriz diyor.

8 Nisan 2014 Salı

Yedi Kapı


İş yerinde haberi alan dostlar yanıma geliyorlar, uzakta olanlar ise telefonla teselli etmeye çalışıyorlar.
Bende, boğazımdaki düğümler müsaade ettikçe üşenmeden anlatmaya çalışıyorum herkese...
Anlattıkça rahatlıyorum sanki.

Masamda oturan bir beden var ama ruhum nerelerde bilemiyorum...

Telefonum çalıyor bir kere daha... Bu sefer arayan eşim...(Eşim bir ağaç geliştirme firmasında çalışıyor ve firma aynı zamanda daire içi kapı da yapıyor.)

"Müsait misin canım" diyor..
"Dinliyorum canım" diyorum.
"Sana bir şey anlatacağım ama inanamayacaksın" diyor.
"Hayırdır" diyorum merakla...

Ve başlıyor anlatmaya...

Bir yarım saat önce bir kadınla görüştüm, daha doğrusu işyerini aramış ama konuyu halledemeyince bana aktarmışlar diyor.
Daha ben alo demeden kaç yaşındasın evladım diye sordu. Bende 36 yaşındayım diyince daha çok gençmişsin evladım dedi. Bende sizin yaşınızı bilmediğim için genç miyim yaşlı mıyım bilmiyorum tabi dedim diyor.

Ben 55 yaşındayım oğlum ve kanser hastasıyım...diyince bir an irkildim diyor.
Belki de son günlerimi yaşıyorum oğlum,İzmir 'de yaşıyorum ve burada bir bayiniz var , oradan geçerken kapılarınızı gördüm çok beğendim ama durumumda olmadığı için sizi aradım belki bana yardımcı olursunuz dedi diyor.

Bende kaç tane kapıya ihtiyacınız var teyzeciğim diye sordum diyor.

7 KAPIYA oğlum diyor. Eşim tekrar duraklıyor.

Tamam teyzeciğim siz bana numaranızı verin , ben ne yapabilirim diye bir bakıp döneyim size dedim diyor.
 
Telefon numarasını verdi. Yazdım sonrada adınız neydi teyzeciğim diye sordum diyor...
Teyze cevap verdi...
Adım mı ? Adım Nuray evladım diyor..."

Şaka yapıyorsun diyorum eşime ağlayarak. O kadar etkisindeyim ki canım anca kendime gelebildim diyor.

Kanser hastası olduğumu öğrendiğim ilk günde bu kadar rastlantı...
Düğüm düğüm olan boğazıma koca bir düğüm daha ekleniyor derin düşüncelerle..
Kötü niyetli biri olsa bile , n'olur ara hemen teyzeyi ne istiyorsa verelim , yapalım diyorum ağlayarak.

Bin bir düşünceyle kapatıyorum telefonu...
Hıçkırıklarımı duyan Pınar'ım  yanıma geliyor merakla...Omzuma dokunuyor.

Şimdi anlatamam Pınarım , anlatırsam büyüsü bozulur , nolur sorma diyorum ağlayarak...

6 Nisan 2014 Pazar

Üç Melek

Öyle bir hastalık ki...
Adını söylemeye çekiniyorsun.
Boğazında düğümleniyor harfler...

Korkuyorsun...
Hem de küçücük bir çocuk gibi.
Ama en çok çekeceğin acılardan...
Ölüm ise sadece bir nefes ötende.
Sanki ölmen için başka bir sebep olamazmış gibi.

Tam 2 sene...
Lenfoma kanseri ile mücadele eden bir anne.
Ardında 2 tane kız çocuğu ve onu çok seven bir eş.
Ne yaşadıklarını kimse bilmez.
25 yıldır sevdiği kadını, dostunu , arkadaşını toprağa verirken bile dimdik ayaktaydı.

Biz ise sadece üzülerek ve dua ederek seyrettik bu hayat mücadelesini. Sanki bizim başımıza hiç gelmeyecek gibi.

Sevgili Koordinatörüm
Bu mücadelemde bana en büyük destek.
Düştüğüm bu kapkaranlık kuyu da beni aydınlığa çıkarmak için uzanan bir merdiven.
Elimizden tutan bir MELEK...

Hastalığımı öğrendiğim andan itibaren bana ve eşime bir fener.

İlk günden rica etti.
Müsaade edin ben ilgileneyim ve lütfen bu işlere sen dahil olma diye...

Bu sıkıntılı günlerimde ne doktor soruşturdum ne de bir hastane. İnternete girip kanserin k sine bile bakmadım.Hep kendi mücadelemi bekledim.
Haberi alan sevgili eş,dost herkes bir onkolog bir cerrah önermek istedi ama kibarca reddettim hepsini.
Bütün bu telaşelerden uzakta yaşadım her şeyi sayesinde...

Sevgili Firma sahibim,

O Türkiye'nin hatta dünyanın en büyük firmalarından birine sahip.
Ama yüreği...
İki cihan kadar büyük.

Binlerce çalışanın arasında beni tanımıyordu bile.
Hastalığımı öğrenip işe gittiğim sabah genel müdürüm beni telefonla arayıp "Sana ne , nasıl oldu diye hiç bir şey sorup seni üzmeyeceğim sadece diyeceğim şudur ki , biz her koşulda senin yanındayız ve bu hastalığı hep beraber atlatacağız" dedi.
Sonrasında da Ayşe Hanım seninle konuşmak istiyor deyip telefonu ona verdi.

İlk doktor randevumuzda benden önce klinikteydi.
Allah'a hep dua ederim , maddi manevi kimin desteğe ihtiyacı varsa karşıma çıkar diye. Ve bir anda senin yanında buldum kendimi dedi.

Her doktor randevumuzda toplantılarını erteleyip yada yarıda bırakıp yanıma koştu. Senden daha kıymetli ne olabilir ki dedi her seferinde.

Bir MELEK gibi sarıp sarmaladı beni , bebeğimi , Çınar'ımı ,eşimi...

Şimdi ben nasıl şükretmem ki Allah'a...
Allah bana bu hastalıkla beraber tam 3 melek yollamıştı.

Minnet

Sabah 05.30 sularında gözlerim uykuya teslim oluyor.
2 saat uyuyup hiç bir şey olmamış gibi işin yolunu tutuyorum.Giderken de çoğu zaman yaptığım gibi köşedeki fırına uğrayıp 2 tane simit alıyorum. Biri bana diğeri ise ya Pınar'ıma yada kahvaltı etmemiş herhangi birine.

Ofise giriyorum günaydın diyerek.
Herkes suskun...Ben ise dokunsan ağlayacak.

Kahvaltı ettiniz mi diye soruyorum bizim kızlara ama Pınar yok ortada.
Çay almak için mutfağa giriyorum.Pınar ve diğer bir kaç arkadaşımı konuşurken buluyorum ama beni görünce bir hayalet görmüş gibi donup konuşmalarını kesiyorlar.

"Günaydın" diyorum...Çayımı alıp çıkıyorum.

Kahvaltımı ediyorum yalandan , boğazımdan geçmiyor ki lokmalar.

Çok sevdiğim çok değerli yöneticilerimden biri omzuma dokunuyor.
Kafamı kaldırıp bakamıyorum bile yüzüne. Sadece hıçkırarak küçük bir kız çocuğu gibi kollarının altına sığınıyorum.

"Gel konuşalım biraz" diyor. O sırada çok sevdiğim diğer yöneticim giriyor odaya.
Sarılıyor baba şefkatiyle...

"Korkma "diyorlar biz sonuna kadar senin yanındayız. Elimizden maddi,manevi ne geliyorsa yapıcaz diyorlar.

"Bir an bile şüphe etmedim ki" diyorum bende büyük bir minnetle...

3 Nisan 2014 Perşembe

Melek

O geceyi...
Hastalığımla yüzleştiğim o geceyi sabah ediyorum deli düşüncelerle.
Bazen teslim olmuş vaziyette buluyorum kendimi bazen ise oğluma , karnımdaki meleğime ve sevdiğim adama acıyarak...

Bir abdest alıp bol bol dua ediyorum Yaradan'a. Dua ettikçe , Allah'a yaklaştıkça ferahlıyor yüreğim.

Sonra güya eşime aldığım kitabı (Allah de ötesini bırak) okumaya başlıyorum.

"Ne zaman bir sıkıntı içinde kalsan hemen Rabb'ine dön ve de ki ; Ben bu sıkıntıya senin rızan için katlanıyorum ya Rabbi senden gelen her şey rahmettir"

"Sen teslimiyet nedir bilir misin? Sıkıntı anında kurtulmak yerine,"Bu senden geldi Rabb'im , demek ki benim derecem artıyor ,üzerimde er-Rafi ismin tecelli ediyor"diye umutla beklemektir.

De ki " Ey Rabb'im , sen bana sıkıntı verdikçe ben sana yakınlaşıyorum.Bu sıkıntı beni sana yaklaştıran bir rahmet köprüsüdür"

Allah rızası için katlanmak sıkıntının en güzel can...Acının içinde o zaman inan ki güller açıyor.
Sıkıntının sana anlatacakları var belki de, dinle bakalım Rabb'inden ne mesajı getirmiş?

diyor Uğur Koşar...

Satırları okudukça su serpiliyor ateş düşen yüreğime...

Karnımdaki minicik kızımı düşünüyorum.
Üzülüyorum en derinden...
Ama bir yandan da yüreğim dile gelip Allah ile konuşmaya başlıyor...

Diyor ki yüreğim "Karnımdaki meleğimi bana bu hastalığı haber vermek için yolladın,eğer bu hamilelik olmasaydı benim bu hastalıktan haberim olmayacaktı yada öyle bir evreye gelecekti ki artık çok geç kalacaktık " diyorum ağlayarak.
Sen o kadar büyük ve rahmet dolusun ki ; içtiğim o hormon hapına rağmen , benim rahmime bir can düşürdün ki hormonlarım değişsin ve mememdeki o küçücük kitle büyüyüp elime gelsin diye.

Ve devam ediyorum ağlayarak ,

Ben ne şanslı bir kulunum ki bana bu hastalığı haber vermek için BİR MELEK yolladın.

2 Nisan 2014 Çarşamba

Kahrolmak

Çınar'ım...

Babaannesinden getiriyor babası. Evdeki kalabalığı, teyzelerini görünce çok mutlu oluyor.
Birde üstüne en sevdiği arkadaşı Osman gelmiş değmeyin keyfine...

Saatler ilerliyor herkes çıkıp gidiyor evine.

Ateş düşen evimizde ateş düşen yüreklerimizle kalıyoruz baş başa.

Çınar sanki hissetmiş gibi "Bu gece annemle yatıcam , babacım lütfen müsaade et annemle yatayım" diyor.

Nemli gözlerimiz buluşuyor eşimle. "Tamam oğlum, git annenle uyu bu gece" diyor.

Sarmaş dolaş yatıyoruz oğlumla.
Bir hikaye anlatıyorum Çınar'ıma. Tam gözleri kapanacakken ayağa kalkıyor ve bir öpücük konduruyor karnımdaki kardeşine.

Bir abi edasıyla diyor ki " Korkma kardeşim ben senin yanındayım"

O an yüreğim kanıyor...

Oğlum duymasın diye sessizce ağlarken uyumasını seyrediyorum küçük meleğimin...

Usulca kalkıyorum yataktan.Salona, diğer sevdiğim adamın yanına gidiyorum...

Sırf hafta sonumu rahat geçireyim diye benden sakladığı ama bu gerçekle tek başına mücadele ettiği koca 2 günün yorgunluğuyla uyuyakalmış koltukta...

Yüzüne dokunmak için eğildiğimde ise gözlerinden süzülmüş ama daha kurumamış yaşlarını görüyorum.

Bu hastalıkla beraber 17 yıldır tanıdığım,sevdiğim adamın belki de ilk defa gözyaşlarına dokunuyorum.
Kahroluyorum...

1 Nisan 2014 Salı

Kabullenme

Arabamıza bindik.
Az önce duyduklarımı düşündükçe yüreğim daraldı.
Mememdeki masum sandığımız kitleyi en başından beri bilen,bana destek olan ablalarımı sonra da can dostum Esra'mı aradım.
Sanki hastalığımın adını sakladıkça patlayacak aksine söyledikçe rahatlayacakmışım gibi
Ben Meme Kanseri'yim diye ağlayarak haykırdım her telefonda...

Soluğu kadın doğum doktorumun yanında aldık. Küçük ablam , Pınar'ım hemen yanıma koştular.

Kadın doğumcum raporu görünce inanamadı. Güçlü olmaya çalıştı ama ağlamamak için zor tuttu kendini. Notunu alırken demek artık yaş 35 de değil her kitleye şüpheyle yaklaşmak gerek dedi iç çekerek.

Çıktık hastaneden...
Sevdiğim herkesi arayıp haykırmak istiyordum hastalığımı. İçimde tuttukça yüreğim daralıyordu.

Son 1 yıldır tanıdığım ama abla kardeşten farkımız olmayan Tuba ablamı aradım.
Adım gibi biliyordum o beni dualarıyla biraz daha hafifletecekti.
Tuba abla diyebildim sadece ağlayarak. "Yavrum n'oldu n'olur söyle" dese de boğazımdaki düğümlerin izin verdiği kadar konuşabildim.
"İnan size nazar değdi yavrum , bu bir sınav" dedi gözyaşlarını içine akıtarak.

Çınar...
Yavrum...
Canımın içi...

Hep gözümün önündeydi ama nedense onun hakkında konuşmak istemiyordum.Onun adı geçtikçe yüreğime bıçaklar saplanıyordu. Gözyaşlarımı tutamıyordum.

(Bu hastalıkla beraber anne olmanın bambaşka korkular olduğunu bir kere daha anladım.)

Evimize geldik. Küçük ablamda bizimleydi zaten. Ağlamaktan kızarmış burnu ve gözleriyle çaresizce evime koşan büyük ablam gözlerimin içine bakıyordu.

Ben ise şimdilik gözyaşlarımı içime akıtıyordum.

Kardeşim de öte can dostum Esra'm,
2 küçük meleği ve yine çok sevdiğim eşi Ahmet'le evimizde aldılar soluğu.
Nefessiz kalmıştım ya hani bir nefes oluyorlar canıma.

Küçük ablamın aklına bioenerji ile uğraşan arkadaşını aramak geliyor ve yüreğimize ateş gibi düşen hastalıktan bahsediyor.

Meme kanserinin daha çok anaç insanlarda görüldüğünü söylese de şu sorusu ablamla gözlerimizin buluşmasına neden oluyor...

Nuray'ın yakın bir geçmişte derinden üzüldüğü ya da  çok öfkelendiği bir durum mu oldu ?

Yol Ayrımı

Eşim,ben ve karnımdaki 19 haftalık (hiç bir şeyden habersiz belki de  her şeyden haber ) meleğim çıktık Nalan ablanın odasından...

Ama o andan itibaren niyeyse elim karnıma gidemez oldu.

Çınar'ım 3 yaşındaki canım oğlum gözümün önünde canlanıverdi o an...
"Annecim ya ben n'olcam " diye seslendi sanki bana.

İçimden usulca kızımdan, meleğimden binlerce özür dileyerek sonra da Allah'a yalvararak
"Allah'ım bana bu emanet canı gönderdin ama belki de benim canımı almamak için, hayattaki diğer meleğime kalayım diye gönderdin" dedim.

Eşimde sessizce benim kararımı bekliyordu.

"Canım dedim ben kararımı verdim.2 si de benim yavrum ama biri hayatta diğeri karnımda. Hayattaki yavrum için karnımdaki meleğimden vazgeçiyorum" dedim acıyla...

"Aynı şeyi düşünüyorum canım" dedi .Bu bir imtihan...
"Karnındaki bu MELEK'te bize Allah tarafından bu hastalığı haber vermek için gönderildi"dedi büyük bir metanetle...Ne mutlu ki bize "Allah'ın sevdiği kullardanmışsın" dedi.

Taş oturan yüreğime binlerce kanat takıldı sanki o an. Allah'ı , sınavımı , yaşadıklarımı düşündükçe hafifledi yüreğim. 

Tekrar gittik Nalan ablanın yanına ve Nalan ablaya karar verdiğimizi söylediğimizde " Bende sizin gibi düşünmüştüm , öyleyse cumartesi günü ameliyat için bekliyorum sizi " dedi.

31 Mart 2014 Pazartesi

Yüzleşme

"Hafta sonu çok düşündüm,sana nasıl söylesem diye çok prova yaptım" diye başladı Nalan abla.
Güçlüymüş gibi dinledim Dr. Nalan ablayı.
Boğazım düğümlendikçe arada koy verdim gözyaşlarımı.
Sonra sabret dedim kendi kendime. Bu bir kabustur belki dedim...Yada kötü bir şaka.

Adını söyleyemiyor hastalığımın ama memedeki kitleyi bir an önce almamız gerekiyor diyor.
Çok gençsin , hücrelerin fıkır fıkır kaynıyor diyor.
Büyük bir sakinlikle "Tamam alalım Nalan abla" diyorum.
"Ama" diyor beni korkutan memedeki kitle değil , koltukaltına sıçramış olması""
"Tamam diyorum orayı da temizleyelim"
"Ama orayı komple temizlersem kolunu hem de sağ kolunu çok rahat kullanamazsın" diyor.
Nasıl yani diye düşünmeden edemiyorum.
Daha ben sormadan "Bir bezi sıkamaz , bir kavanozun kapağını da açamayabilirsin,ama yazık değil mi daha çok genç hem de bir annesin" diyor.

Haklısın deyip susuyorum.

"Diğer seçenek ne peki?" diye soruyor eşim...

Koltukaltındaki sadece kötü hücreleri temizlemem için bir ilaç kullanmam gerekli ve bu ilaçta bebeğe ne kadar zarar verir kestiremiyorum diyor. Ama oksijensiz kalma ihtimali çok yüksek diyor.

Tutamıyorum gözyaşlarımı.

Hem de daha yeni yeni tekmeleriyle varlığını hissettirmeye başlamışken kızım...Ondan vazgeçmek...

İliklerime kadar Allah'ım sen bana güç ver diye yalvarıyorum...

Bir düşünün bir karar verin diyor ama arkasından da hüzünle ekliyor
"Nuray'cım çok üzgünüm ki piyango sana çıktı..."

.............

Pazartesi öğle saatine yakın eşimden bir mesaj geliyor ...
"Öğlen beraber yemek yiyelim mi" diye?

Bende şakayla cevap veriyorum "canım senden bana bir mesaj geldi ama yanlışlıkla bana yolladın herhalde" diye takılıyorum.( Böyle şakaları da hiç sevmem esasında ama normalde iş saatlerinde %99 Avrupa yakasında olduğu için öyle düşünüyorum herhalde )

"Yooo mesaj doğru yere gitti" diye cevap veriyor. "Ok o zaman benim mekana geliyorsun yemekler benden"diyorum.

Randevulaşıyoruz 15 dk sonrası için.

10 dk sonra eşim arıyor canım ben aşağıda seni bekliyorum diye.
Tamam canım çıkıyorum şimdi deyip tam kapatacakken eşim "Müdüründen öğleden sonrası içinde izin alır mısın?"diyor .

Bir duraksıyor , anlamıyorum önce.
Neden ki diyorum ?

"Nalan abla'nın yanına gidip konuşmamız gerek" diyor.

Nefesim kesiliyor ama bir yandan da gözyaşlarım akıp gidiyor...

Bir anda sağ omzumdaki melek dile geliyor "Dur sakin ol , daha bir şey yok ortada" diyor ama sol omzumdaki melekte "O zaman Dr.Nalan ablanın yanına niye gidiyorsun" diye fişekliyor.

Ağlaya ağlaya biniyorum arabaya.

Eşim hala büyük bir soğukkanlıkla "Yemeğe nereye gidiyoruz" diyor ama o an onu boğazlamak geliyor içimden.

"Bir an önce hastaneye gidelim n'olur" diyorum büyük bir üzüntüyle.
Sonra da cuma günkü laboratuvardaki dr ile konuşmam geliyor aklıma ve
"Sen biliyordun dimi, cuma günü çıktı sonuçlar dimi" diye bağırdığımı hatırlıyorum hayal meyal.

Tıpkı bir karlı dağ gibi sessizce bakıyor bana sevdiğim adam.

30 Mart 2014 Pazar

Hayat

Pazartesi sabahı...
O kadar etkilenmişim ki Hayat Nur hocadan. Pınar'a anlatıyorum heyecanla dinlediğim hikayeleri.

Hatta Pınar'a diyorum ki "Pınar acaba kızımızın adı Hayat mı olsa" diyorum. Pınar'ımda bayılıyor bu isme "Hayat"...

Saat 10.00 gibi eşim arıyor...

Her zaman ki sabah görüşmemizi yapıyoruz, kapatmamıza yakın " Nuray'cım ben Nalan ablayla konuşmak istiyorum , sormak istediğim bazı şeyler var" diyor.Bende çok bilmiş bir tavırla "Canım ne soracaksan bana sorabilirsin , eğer kötü bir şey çıkarsa n'olcak diye merak ettiysen ben sana söyleyeyim" diyorum.
Eşimde büyük bir sakinlikle "Yok ben Nalan abladan duymak istiyorum" diyor.
Bende bunun üzerine "Ara sor canım o zaman, daha sonuç çıkmadı ki zaten beni niye kuşkulandırıyorsun" diyorum. Bir hışımla kapatıyorum.

Sonra da Pınar'a "Daha sonuç yok ortada bu Seyit niye böyle yapıyor" diye söyleniyorum ama bir yandan da "Ahhh bu erkekler...En iyisi bile azıcık düşüncesiz olabiliyormuş" diye kıkırdamadan edemiyoruz.


Hangi Laboratuvar Merkeziydi ki bu?

İşyerindeyim saatin farkında bile değilim. Saate bakıyorum saat 16.00
Hemen eşimi arıyorum "Canım laboratuvar merkezini aradın mı?" diye. "Arayacağım birazdan canım" diyor.
Ok bana da haber ver diyor kapatıyorum telefonu.

Saat 16.20... Tekrar arıyorum eşimi , n'oldu aradın mı diye ?
"Hım evet aradım canım daha çıkmamış sonuçlar" diyor.Nasıl yani diyorum ? "Hani çıkacaktı madem çıkmayacaktı neden cuma günü veririz dediler" diye sinirleniyorum.

Bu arada kendime de kızıyorum.
Hay Allah'ım normalde ben meraklı Nuray "Dr Nalan ablanın elime tutuşturduğu karta ait laboratuvarın adını ve tel numarasını yazmış olmam lazım ama yazmamışım işte.

"Canım sen versene bana şu laboratuvar merkezinin numarasını" diyorum ama eşim "canım kart arabada kalmış bekle birazdan arayıp söyleyeceğim" sana diyor.
Ama ben bu arada boş durmuyorum tabi. Hemen google amcaya girip Şişli'deki laboratuvar merkezlerini taratıyorum, hani belki isimlerden biri tanıdık gelir diye ama nerde...

Küçük görümcemi arıyorum belki o bilir diye yok o da bilmiyor.
Birden aklıma Nalan ablayı aramak geliyor Tamam şimdi alırım ondan numarasını diyorum ama 2 kere çalıyor ve kapanıyor telefonu.(Hatta kıkır kıkır gülüyorum telefonun kapanmasına .Çünkü telefonun çalması büyük bir olay zaten)

Eşimi arıyorum teli meşgul.(Kuşkulanmıyorum değil hani)
Sonra o arıyor beni veriyor telefon numarasını.Alıyorum numarayı ama fırçamı çekmeden de alıkoymuyorum kendimi. Kiminle konuşuyordun diye ?

Bir hışımla laboratuvarı arıyorum. Sekreter kız çıkıyor ismimi söyleyerek patoloji sonucumu öğrenmek istiyorum diyorum. Henüz çıkmadı diyor. Başlıyorum onu da fırçalamaya. Sonunda isterseniz ilgili doktorla görüşteyim sizi diyor , "lütfen" diyorum.
Doktor büyük bir sakinlikle "öncelikle geçmiş olsun ama patoloji sonucunuz henüz çıkmadı. Nalan hanımın akrabası olduğunuz için özel bir çalışma yapıyoruz" diyor ikna oluyorum nedense.

Bir yandan da eşim için Pınar'a söyleniyorum.
İşte ben istediğimde niye vermez ki numarayı beni de böyle kuşkulandırıyor diye.
Pınar da "Canım böyle bir şeyi senden niye saklasın ki, saklasa eline ne geçecek" diyor
"Bugün cuma ya diyorum hafta sonunu rahat geçireyim diye söylememezlik yapar o diyorum" ama bir yandan da patoloji sonucunun çıkmadığına inanıyorum tüm saflığımla...

Allah de Ötesini Bırak

Patoloji sonucum söz verilen zamanda çıkmamış ama cuma akşamının vermiş olduğu mutlulukla eve doğru yola çıkıyorum.
Evde de canım kayınvalidemin o lezzetli ellerinden en sevdiğimiz yemek hazırlanıyor
Bol sarımsaklı yoğurt eşliğinde kıymalı makarnanın hayalini kura kura evimin yolunu tutuyorum.

Hamilelikte kullanmam gereken vitamin ilaçlarını almak için eczaneye uğramak geliyor aklıma.İlacımı alıp tam çıkacakken orada çalışan bir uzman "Vaktiniz var ise ücretsiz saç analizi de yapıyoruz" diyor. Saçlarımda sicim sicim dökülürken hadi baktırayım bir diyorum. Saç diplerime bakıyor kız "Ooo epey dökülme var , saç dipleriniz tıkanmış kalmış  gibi gibi şeyleri" sıralıveriyor.
Hoop hemen bir tane saç dökülmesini önlemek ve diplerimi açmak için bir şampuan alıyorum. Hem de daha etkili olsun diye de erkekler için olanından. :)

Cumartesi ve pazar günümüz gayet keyifli geçiyor.

Hatta perşembe akşamı cine5te Ab_ı Hayat diye bir program varmış ona takılıyorum.Hayat Nur hoca öyle güzel hikayeler anlatıyor ki dinlemeye doyamıyorum. Pınar da o akşam bize gelecek içimden dua ediyorum Pınar'ım biraz daha geç gel de şu programı seyredebileyim diye ama kapı çalıyor o an.
Tv yi kapatıp Pınar'ımı dinlemeye başlıyorum çünkü anlatacağı çok önemli şeyler var. :)
Cumartesi günü tv karşısında kanal kanal geziyorum ama birden karşıma yine Hayat Nur hoca çıkıyor. Hem de yarım bıraktığım programla ve bıraktığım yerden yakalıyorum. Öyle mutlu oluyorum ki. Allah'ım diyorum nasıl yürekten dilemişim ki kaldığım yerden devam ediyorum şimdi diyorum.

Hayat Nur hoca sohbetinde "Aslında ölüm günü düğün günüdür , ölüm gelince hastalık, kaza, bela bahane olur o yüzden sebebe bakma sebebi yaradana bakmak gerek" diyor. Ne doğru diyip içimi huzurla kaplıyorum.

Pazar günü dışarı çıkıyoruz ve ben kaşla göz arası bir kitapevine girip son zamanlarda metnini çok duyduğum bir kitabı "Allah de Ötesini Bırak" kitabını hediye paketine sardırıyorum çaktırmadan.
Hatta kitapevinde ki çocuk arkamdan espriyle bağırıyor son 2 son 2 diye...

Sonra da eşime hediye paketini verip senin için aldım diyorum.

Biyopsi

Dr.Nalan abla radyolog raporunu alır almaz " Burada canımı sıkan bir şey var , biyopsi yapmamız gerekli "dediğinde yüreğim pır pır etmeye başlamıştı bile. Hemen yarın biyopsi yapalım dediğinde eşim tüm iyi niyetiyle işlerimizi de düşünerek " Yarın değil de hafta sonuna mı bıraksak Nalan abla" demişti.

Evet belki hamilelikte normaldi böyle şeyler ama önemli olan sağlıktı.
Her şeyden önce sağlık gelir diyerek çarşamba günü için randevumuzu almıştık bile.

Çarşamba günü için rapor almıştım. O sabah eşimin teyzesine sabah kahvesi davetine bile gitmiştim kafa dağıtmak için.
Aklıma kötü şeyler gelse bile hepsini kovalıyordum zaten zihnimden.
Hamileyim ya böyle gereksiz şeyleri boş yere düşünerek üzmemem lazım hem bebeği hem kendimi.
Hamileyim ya sanki hiç kötü bir hastalık gelmeyecek gibi bir anlaşmam var Allah'la.

Biyopsi saati yaklaşıp evden çıktığımızda Çınar'ın anne gitme diye ağlamaları hala kulağımdadır.

Hastaneye vardık. Biyopsi için işlemleri bekledik ve sıramın gelmesini bekledik.
Büyük bir heyecanla odaya girdiğimizde ablamı ( eşimin ablası) dışarı çıkartmaya çalışsalarda ablam inatla bende yanında olmak istiyorum diye diretti. Kibarca ameliyatlarda nasıl kimseyi almıyorlarsa bununda böyle bir şey olduğunu düşünün diyerek suratına kapıyı kapatıverdiler.

Oldukça gergin ve meraklıydım. Kızıma zarar gelmeyeceğinden emindim ama  yine de ne yaptıklarını dikkatle izliyordum.
Ultrasonla şüphelendikleri kisti bulup işaret koyduktan sonra parça alma işlemini yapacaklardı.

Önce işaretlediler sonra lokal anestezi yaparak bir kesik açmış olmalılar ki ben acıyı hissederek irkildim. Hissediyorum diyince bir iğne daha yaptılar. Sonrasında ise kistten parçayı almak için tek vuruşluk atışı yaptılar.Biyopsilerde kural olarak 2 ayrı parça alınması gerekmekteymiş. O yüzden bir atış daha yapıp bir parça aldılar. Parça derken aslında bir sıvıdan ibaret kendileri.

Operasyon tamamlanınca kapıyı açıp ablamı içeri davet ettiler. Ablam gözyaşlarını tutamayıp bana sarılınca yeterince gergin olan bende gözyaşlarıma engel olamadım. Ağlanacak bir şey yoktu halbuki ama o stres o heyecan hepsi birbirine karışmıştı.

Hatta ne mutlu ki bize , bizi öyle sarmaş dolaş gören hemşireler bizi kardeş sandılar ama kardeş değil de gelin-görümce ikilisinden olduğumuzu öğrendiklerinde gıptayla baktıklarını görmek bizi de ayrıca mutlu etmişti.

Biyopsinin bitip hastaneden ayrıldığımız vakit Dr.Nalan abla da bizimleydi.
Aklımda deli sorular vardı ama nedense dile getirmeye korkuyordum.Sonra bir anda " Nalan abla diyelim ki sonuç kötü çıktı hamileyken yapılacak bir şey var mı" diye sordum ama ablamda bir yandan Allah korusun diye mırıldanıyordu.

Tıpın çok ilerlediğinden 24. haftadan sonra bebekle beraber kemoterapi görülebileceğinden ama hamilelikte çok rastlanır bir durum olmadığından falan bahsetti kısaca ama ne de olsa herşey temiz çıkacaktı . HAMİLEYİM YA ANLAŞMAM VAR ALLAH'LA...

Nalan abla patalojinin o hastanede değilde çok güvendiği başka bir labarotuar merkezinde yapılmasını istemişti.Elime küçücük bir poşetle teslim etmemiz gereken laboratuar merkezinin kartını da tutuşturdu.Ertesi gün yani perşembe günü biyopsi parçalarını eşim laboratuara teslim etmiş ve cuma günü saat 16.30 da çıkacak sonucu merakla beklemeye başlamıştık.








29 Mart 2014 Cumartesi

Hayatta Hiç Birşey Tesadüf Değilmiş...

 
Hayat aynı rutinle iş ve ev arasında gidip gelmekle devam ediyor.Karnım ise iyice belirginleşti.

Kızım için ufak tefek alışverişe başladım bile.
Oğlumun küçülen elbiselerini de 2.bebekte belki erkek olur diye saklamıştım ama şimdi kızımız geliyor ya büyük bir hevesle mavi, gri, lacivert elbiseleri bir arkadaşımın oğlu için bir kenara ayırıyorum.

Bir yandan oğlumun doğuştan alerjisi için tahliller yaptırma zamanı gelmiş.
Ve 3 yaşındaki oğlum, kolundan kan alınmasını tıpkı büyük bir insan gibi bir damla gözyaşı dökmeden sadece meraklı gözlerle seyrediyor. Gurur duyuyoruz eşimle.

Günler geçiyor ve bu süre zarfında büyük bir hevesle belki bu sefer geçmiştir diye umut ediyoruz.
Tahlil sonuçlarının çıkacağı gün ve saat geliyor :) Bendeki heyecanı ise hiç sormayın , sanki üniversite sınav sonucu açıklanmış Çınar'ın.
Ama değerler yine yüksek... 
Olsun buna da şükür Allah dermansız dert vermesin...

Mememdeki kist ise hala elime gelmeye devam ediyor.
Bir sonraki rutin kontrolümde gösterecektim ya unutuyorum göstermeyi. Doktorumda unutuyor , sormuyor.

O hafta can dostum Pınar'ın annesi boğazındaki tiroitlerden ameliyat olması gerekiyor.
Bir cerrah arayışında...
Benimde aklıma gelmiyor hiç bizim akraba cerrah Nalan abla...

Pınar bir gün işyerinde " Nuray,annemin ameliyatını sizin akraba cerrah yapar mı?" diye soruyor.
"Niye yapmasın ki konuşalım bi " diyorum.

Nitekim de Serpil teyzenin ameliyatını Nalan abla yapıyor.

Bir gün işyerinde Pınar'la "Serpil teyze nasıl var mı ağrısı sızısı" diye konuşurken "Aaa benim şu memedeki kitleyi de Nalan Abla'ya göstereyim bir ara" diyorum ama sonra niyeyse unutuyorum.

Çınar'ın alerjisinden dolayı kullandığı özel sütü için devlet ile anlaşması olan bir hastaneden rapor çıkarmamız gerek. Tam 3 kere randevu alıyorum ama her birine başka sebeplerden dolayı gidemiyoruz.

En sonunda bir cumartesi sabahı erkenden randevuya yetişiyoruz. Rapor çıkarma işlemlerini hallederken aklıma birden Nalan abla geliyor. Nalan ablayı arıyorum "1 saate kadar daha hastanedeyim yetişebilirsen gel" diyor.Raporumuza da çıkartmışız zaten atlıyoruz gidiyoruz Nalan ablanın hastanesine.

Nalan abla eliyle muayene ediyor bir şey var ama hamilelikten dolayı olması gayet normal.
Ama yine de içimiz rahat etsin bir ultrasonla bakalım diyor.Radyolog çıkmış salı gününe randevu alıyoruz.

İşyerinden izin alıyorum ve o gün eşimle beraber radyolog randevumuza gidiyoruz.Radyolog doktoru
raporu elimize tutuşturduğu gibi soluğu Nalan abla'da alıyoruz almasına ama...